23 Ocak 2014 Perşembe

Endüstriye Karşı Futbol

Seksenlerde çocuk olanlara “Maradona mı Messi mi?” diye sorarsanız “Maradona” cevabı alırsınız. Maradona’nın büyüklüğü sadece ülkesine dünya kupası kazandırdığı için değildir. 1990 dünya kupası yarı final maçında Arjantin, ev sahibi İtalya’yla eşleşir ve ne tesadüftür ki maç Napoli’de oynanır. Maradona’nın İtalya’nın güneyinde bıraktığı iz o kadar derindir ki Napoli halkı o maçta Arjantin milli takımını destekler. Maradona’nın endüstriyel futbol gerçeklerini reddedip Napoli’yi seçmesinin karşılığı ezber bozan başka bir hikâyedir artık. Çocukluğu futbolun endüstriyelleşmeye başladığı yıllarda geçenler, paradan ve başarıdan fazlasına sahip futbol hikâyelerinin peşindedirler.
Galatasaray’ın UEFA Kupası başarısı, Fatih Terim – Mehmet Ağar ilişkileri ya da Star Gazetesi’nin “Two Size” başlığını kenara koyduğumuzda Endüstriyel Futbol karşısında alınmış zaferdir ve o yüzden futbol romantikleri için değerlidir. UEFA başarısının ardından Galatasaray’ın içine düştüğü sıkıntılar ise endüstriyel futbolun intikamı niteliğindedir.
İddiaya göre Sergen Yalçın’ın Londra’daki Chelsea maçı öncesi İngiliz bahis firmalarının Beşiktaş galibiyetine 1’e 7 oran verdiğini görür. Beşiktaş galibiyetine 5 Bin sterlin yatıran Sergen, maçta 2 gol atarak İngiliz devini tek başına çökertir. Gerçekliğini bilemeyeceğimiz onlarca hikâyesi var yerli George Best’imizin. Dünyanın en iyisi olma seçeneğine sahip olup onu reddetmektir Sergen… Hayat gibi, hepimiz gibi kendi zaaflarının peşine düşmüştür. O yüzden unutulmazdır.
Rüştü’yü futbolumuzun 1 numarası yapan, onu Barcelona’nın kalesine kadar götüren performansı değil, 5 Mart 2010’da Denizlispor - Beşiktaş maçında aut kararı veren hakemi uyarıp topun kendisinden çıktığını söylemesidir.
14 Mayıs 2006’daki Denizlispor – Fenerbahçe maçını izleyen Denizlili Fenerbahçe taraftarının “Fener şampiyon olsun istiyorum ama Denizli de düşmesin” derken gözlerindeki birbirine geçmiş duygular tüm kupalardan daha anlamlıdır.
Bursaspor’un şampiyon kadrosunda milli takıma seçilen oyuncuları bir adım öne çıkartıp “şimdi takım arkadaşlarınızı alkışlıyorsunuz, çünkü milli takıma onlar sayesinde seçildiniz” diyen Ertuğrul Sağlam’dır futbolu sevdiren.
Eskişehir’e giderken “Wellcome to Hell / Cehenneme Hoş Geldiniz” karşılaması beklerken şehrin kendilerini bağırlarına bastığını gören St Johnstone takımının deplasman formalarını siyah kırmızı yapmasıdır futbol.
Birbirine iyice düşman edilen taraftarların “Gezi” paydasında buluşup İstanbul United’ı adı altında kol kola ve rengârenk dolaşmasıdır futbolu sevdiren.

1978 yılından beri Gençlerbirliği Kulübünün başkanlığını yapan, futbolumuzun en uzun soluklu aktörü İlhan Cavcav’ın anılarında gezinme şansımız olsa son 35 yılda şampiyon olmuş takımların kupa uğruna neler yaptıklarını görürüz. Bu bağlamda diğer oligarşik takımların Fenerbehçe’den daha temiz olduğunu söylemek, 55 yıllık lig tarihimizin tüm günahlarını Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe’ye yüklemek doğru olmaz. 3 Temmuz sürecinin ardından, çocukluğu 12 Eylül darbesinin hemen sonrasına denk gelen futbol romantikleri, şike ya da teşvik hikâyelerinin değil Fenerbahçelilerin gösterdiği birlik ve beraberlik hikâyesinin peşindedir. Yargıtay’ın onama kararının ardından neler olacak bilinmez ama papazın çayırında daha çok “Ali İsmail Korkmaz, Fenerbahçe yıkılmaz” şarkıları dinleyeceğiz, yayıncı kuruluş sesi kısacak ve “Şeytan” Fenerbahçelinin daniskası Başbakan'ı savunmaya devam edecek…