Seksenlerde çocuk olanlara “Maradona mı Messi mi?” diye
sorarsanız “Maradona” cevabı alırsınız. Maradona’nın büyüklüğü sadece ülkesine
dünya kupası kazandırdığı için değildir. 1990 dünya kupası yarı final maçında Arjantin,
ev sahibi İtalya’yla eşleşir ve ne tesadüftür ki maç Napoli’de oynanır. Maradona’nın
İtalya’nın güneyinde bıraktığı iz o kadar derindir ki Napoli halkı o maçta
Arjantin milli takımını destekler. Maradona’nın endüstriyel futbol gerçeklerini
reddedip Napoli’yi seçmesinin karşılığı ezber bozan başka bir hikâyedir artık.
Çocukluğu futbolun endüstriyelleşmeye başladığı yıllarda geçenler, paradan ve
başarıdan fazlasına sahip futbol hikâyelerinin peşindedirler.
Galatasaray’ın UEFA Kupası başarısı, Fatih Terim – Mehmet
Ağar ilişkileri ya da Star Gazetesi’nin “Two Size” başlığını kenara
koyduğumuzda Endüstriyel Futbol karşısında alınmış zaferdir ve o yüzden futbol romantikleri
için değerlidir. UEFA başarısının ardından Galatasaray’ın içine düştüğü
sıkıntılar ise endüstriyel futbolun intikamı niteliğindedir.
İddiaya göre Sergen Yalçın’ın Londra’daki Chelsea maçı
öncesi İngiliz bahis firmalarının Beşiktaş galibiyetine 1’e 7 oran verdiğini
görür. Beşiktaş galibiyetine 5 Bin sterlin yatıran Sergen, maçta 2 gol atarak İngiliz
devini tek başına çökertir. Gerçekliğini bilemeyeceğimiz onlarca hikâyesi var
yerli George Best’imizin. Dünyanın en iyisi olma seçeneğine sahip olup onu
reddetmektir Sergen… Hayat gibi, hepimiz gibi kendi zaaflarının peşine
düşmüştür. O yüzden unutulmazdır.
Rüştü’yü futbolumuzun 1 numarası yapan, onu Barcelona’nın
kalesine kadar götüren performansı değil, 5 Mart 2010’da Denizlispor - Beşiktaş
maçında aut kararı veren hakemi uyarıp topun kendisinden çıktığını söylemesidir.
14 Mayıs 2006’daki Denizlispor – Fenerbahçe maçını izleyen Denizlili
Fenerbahçe taraftarının “Fener şampiyon olsun istiyorum ama Denizli de
düşmesin” derken gözlerindeki birbirine geçmiş duygular tüm kupalardan daha
anlamlıdır.
Bursaspor’un şampiyon kadrosunda milli takıma seçilen
oyuncuları bir adım öne çıkartıp “şimdi takım arkadaşlarınızı alkışlıyorsunuz,
çünkü milli takıma onlar sayesinde seçildiniz” diyen Ertuğrul Sağlam’dır
futbolu sevdiren.
Eskişehir’e giderken “Wellcome to Hell / Cehenneme Hoş Geldiniz”
karşılaması beklerken şehrin kendilerini bağırlarına bastığını gören St Johnstone
takımının deplasman formalarını siyah kırmızı yapmasıdır futbol.
Birbirine iyice düşman edilen taraftarların “Gezi”
paydasında buluşup İstanbul United’ı adı altında kol kola ve rengârenk
dolaşmasıdır futbolu sevdiren.
1978 yılından beri Gençlerbirliği Kulübünün başkanlığını
yapan, futbolumuzun en uzun soluklu aktörü İlhan Cavcav’ın anılarında gezinme
şansımız olsa son 35 yılda şampiyon olmuş takımların kupa uğruna neler
yaptıklarını görürüz. Bu bağlamda diğer oligarşik takımların Fenerbehçe’den
daha temiz olduğunu söylemek, 55 yıllık lig tarihimizin tüm günahlarını Aziz
Yıldırım ve Fenerbahçe’ye yüklemek doğru olmaz. 3 Temmuz sürecinin ardından, çocukluğu
12 Eylül darbesinin hemen sonrasına denk gelen futbol romantikleri, şike ya da
teşvik hikâyelerinin değil Fenerbahçelilerin gösterdiği birlik ve beraberlik hikâyesinin
peşindedir. Yargıtay’ın onama kararının ardından neler olacak bilinmez ama papazın
çayırında daha çok “Ali İsmail Korkmaz, Fenerbahçe yıkılmaz” şarkıları
dinleyeceğiz, yayıncı kuruluş sesi kısacak ve “Şeytan” Fenerbahçelinin
daniskası Başbakan'ı savunmaya devam edecek…