10 Mart 2010 Çarşamba

Kazanmak Nedir?


Futbol, hayatımda önemli yer kaplayan bir olgudur. Takım olarak Eskişehirspor’u seçmenin bir sonucu uzun yıllar alt liglerde kimsenin bilmediği takımlarla kimsenin bilmediği statlarda maçlara gittim, kazanmaktan önce kaybetmeyi de yine o zamanlar öğrenmek durumunda kaldım. Çocukluğumda babamın yanında gittiğim maçları saymazsak, Eskişehirsporlu kimliğimle birinci ligde tek sezonumu 1996 yılında yaşadım. Üçüncü ligden başlayan bir yolculuk sonucu birinci lige çıkmış ama hemen yine düşmüştük. Onun ardından uzun seneler alt liglerde sürünüp gittik. O yıllardan güzel zafer anları hatırlıyor olsam da genellikle hep destek olduk ve hep hüsran yaşadık. Yaklaşık elli yıllık tarihinin ikinci yarısında kayda değer hiçbir başarısı olmamasına ve dahası son iki sezon hariç neredeyse tamamını alt liglerde geçirmesine rağmen taraftar sayısını sürekli arttırmayı başarmış bir kulüpten bahsediyoruz. sosyologların incelemesi gerektiğini düşündüğüm bu başarıdan bağımsız büyüme, benim sözlüğümde ise kazanmak olarak tanımlanıyor.


Maçları kazanmak, kupaları kazanmak adına her yolun mubah olduğu bir coğrafya da kazanmanın başka tanımlarını da Türk futbol literatürüne ekleyebilirsek işte o zaman ligimizin marka değeri artacaktır. Misal Eskişehirspor – Galatasaray maçında Eskişehirspor’u tribünlerde tek bir küfür olmaksızın maç boyunca takımını desteklemeyi başaran bir seyircisi olduğu için kazanmış sayabilsek ne güzel olur. Ya da Koray Arslan topu eliyle önüne alıp golü attıktan sonra hakeme gidip elimle aldım dese ve golü iptal ettirse gene kazanmış sayılmaz mı? Hadi onu geçtim maçtan sonra açıklama yaparken elime çarpıp çarpmadığını hatırlamıyorum diye açıklama yapacağına, durumu kabul etse kazanmış sayılmaz mıydı? Ya da Giovani kendini yere atarak haksız bir penaltı sağlayınca kazanmış mı oluyor? Kendini yere atmak yerine hazır rakibi arkasındayken ve ceza sahasına girmişken bize yeteneklerini göstermeyi denese kazanmış olmaz mıydı? Tribünlerdeki bütün güzelliklere rağmen stat dışından atılan o taşlar hiç atılmasa ve İstanbul’da Eskişehirspor takımının ve seyircilerinin otobüslerine taş atan Galatasaraylılara bu şekilde cevap verilmiş olsa kazanmış sayılmaz mıydık? Taş atmak yerine laf atsak da "her hafta sizinle oynayabilir miyiz?" diye bağırsak kazanmak daha güzel olmaz mıydı?


Mesela Galatasaraylılar ilk gole sebep olan şeyin Koray’ın eli değil de, Mehmet Topal’ın hatası olduğunu kabul etse kazanmış sayılmazlar mı? Rijkaard’ı büyük yapan maçtan sonra hakem hataları yerine önde baskıya cevap verememelerinin olduğunu söylemesi değil midir? En beğendiğiniz oyuncu kimdi diye soran basın mensubuna beğendiğim oyuncular rakip takımdaydı dediğinde kazanan hepimiz olmuyor muyuz?


Şimdi gelelim Eskişehirspor’a. Puan olarak geçen yılın çok çok önünde olmamıza rağmen oynanan oyun olarak bir türlü çıtayı yükseltemedik. Bu konudaki eleştirilerimize Rıza Çalımbay’ın taraftarlarımızla yaptığı toplantıda verdiği cevaplar ise son derece tatminkar. O sebeple kendimce takıma bir süre tanıdım. Devre arasında yapılan transferlerin takıma uyum sağlaması ve fiziksel olarak takımın seviyesine çıkabilmeleri için kendi adıma tanıdığım süre önümüzdeki hafta Kayserispor maçı ile sona erecek. Arada Ankaraspor maçı için verilen aradan sonra İnönü’de Beşiktaş maçında futbol olarak istenilen olgunluğa gelemez isek Rıza Çalımbay ile futbol kalitesi olarak geleceğimiz nokta budur diyeceğim. Ha bu demek değil ki sezon sonunda Rıza Çalımbay takımdan ayrılsın istiyorum. Bence bir teknik direktör bir takımı en az üç sene çalıştırmalı. Rıza Çalımbay’da bence üçüncü senesini de bu kulüpte tamamlamalı. Ancak üçüncü senenin sonunda da futbol olarak ilerleyemezsek o zaman takıma bu yönde de katkı yapacak yeni bir teknik oluşum değerlendirilebilinir. Bütün bunların yanı sıra Kayserispor maçından üç puan alarak Eskişehir’e dönmeyi başarır isek takip eden haftada da yatarak alacağımız üç puanı da üstüne koyarak İnönü’ye son derece havaya girmiş olarak gidebiliriz. O zaman UEFA kupası da gerçekçi bir hedef olarak karşımızda duruyor olacak. Kazanmak üzerine o kadar ahkam kestikten sonra şunu da itiraf etmeliyim ki tepelerde olmak da ayrı bir güzelmiş :)

NOT: Maçtan sonra hakem yüzünden kaybettiklerini iddia eden Galatasaraylılara da bir çift söz söylemek istiyorum. Hakem hatalarından dem vurmaya en hakkı olmayan takımlar Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş olduğu apaçık ortadayken en çok ağlayanlar da onlar oluyor. Hakem hatalarına gireceksek, sadece Eskişehirspor ile Galatasaray arasındaki maçlardan geçen sene Milan Baros’un Eskişehir’de attığı golden başlayıp, Eskişehirspor’un elinden alınıp Galatasaray’a verilen şampiyonluklara kadar gidebiliriz. Ama bu sonu olmayan bir kısır döngü. Geriye sararak sende bana bunu yapmıştın diye başlayan cümleler kurarak herhangi bir yere varamadığımız da gayet ortada…