Belediye desteğinin, Başbakan torpilinin olmadığı, stadın üstünün açık
olduğu, beton tribünlerin çatlaklarında otların-çiçeklerin yetiştiği günlerden
bahsediyoruz... Yani endüstriyel futbolun Kasımpaşa’ya henüz uğramadığı
zamanlardan... Semtlerinin takımının peşindeki futbol sevdalıları, maç
öncesi buluşup şarkılar söyleyerek stadyuma gittikleri yerde, artık maçları
televizyondan izliyorlar, ama yine hep beraber... Hayatlarının en büyük
tutkusunu bir buçuk yıldır boykot eden “Arma Altı” taraftar grubunu tanıyor
musunuz?
Çoğunluğu milliyetçi kökenli insanlardan oluşan kendi deyimleriyle Arma
Altı Tayfası... “İnsanlık görevimiz” diyerek Gezi Direnişi’ne destek yürüyüşü
yapan, depremin hemen ardından Van’a yardım yollayan, Güney Doğu’da okullara
malzeme toplayıp yollayan, Kızılay’a kan bağışında bulunan bir sevdalılar
topluluğu...
Ezber bozan bu taraftar grubu bir sabah uyandıklarında, takımlarının Ciner
Grubu’na satıldığını öğreniyorlar. Daha nedenini nasılını anlamadan yeni
yönetim icraatlarına başlıyor. Kulübün lisanslı güreşçisi Gazanfer Bilge’nin
1948 Londra Olimpiyatları’nda altın madalya (Spor tarihimizin ilk olimpiyat
madalyasıdır) kazanmasının ardından bakanlar kurulu kararıyla Kasımpaşa
kulübüne logolarında Türk bayrağı kullanımı hakkı veriliyor. Bu hakka sahip
sadece üç spor kulübü var.
Kasımpaşa’nın kulüp tarihinden bihaber yeni başkanının “Kasımpaşa’da
yapacaklarımızı Beşiktaş’ta yapamazdık. Beşiktaş’ın karışanı çok. Beşiktaş
benim için aşk, Kasımpaşa iştir” diyerek ilk icraat olarak armayı değiştirmesi,
amatör kümelerde bile takımının peşinden gitmiş, yiyecek bulamayan
futbolculara, mahalleliden yemek taşımış cefakar taraftarları derinden
yaralıyor. Kasımpaşa’nın gerçek sahipleri olan bu gençler, kimsesiz köyde
çobanlık yapmaya çalışanlara engel olamasalar da onların koyunu olmamaya karar
veriyorlar.
436 gündür takımına hasret olmanın ne büyük fedakarlık olduğunu, kalbinde
sevgiye yer olmayanlar anlayamaz. Avrupa kupası maçı olursa diye sorduğumda,
“Dostluğun temelini atanlar olmamıza rağmen Eskişehir maçına, ezeli rakibimiz
Karagümrük’le oynanan kupa maçına gitmediysek Avrupa kupasına da gitmeyiz”
derken çektikleri hasreti gözlerinden hissettim. Aynı şekilde “Biz tribünde
olsaydık Fenerbahçe maçını alırdık” derken de... Aslında arma işin sembolü,
asıl karşı oldukları şey, kulübün de ülkemiz gibi “ben yaptım oldu”
zihniyetiyle yönetilmesi.
Bir buçuk yıldır verdikleri mücadelenin basına hiç yansımamış olmasından
şikayetçiler. Ellerinde sadece onurları ve gururları olan bu insanlar, yine de
karşılarındaki güce boyun eğmemekte kararlı. Sonuç alana kadar devam
edeceklerini söylüyorlar. Sermaye gruplarının çeşitli nedenlerle futbola
bulaşıp, daha çeşitli çeşitli nedenlerle geri çekildiklerini
Karagümrük ve Göztepe örneklerinde gördükleri için, kimin yolcu kimin hancı
olduğunu da gayet iyi biliyorlar.
Dertleri yok sayılmak, sadece grup olarak yok sayılmalarından öte, kulübün
92 yıllık tarihinin yok sayılması... İstedikleri bir ufak özür ve armalarının
geri getirilmesi. Arma değişimi mümkün olmasa bile kutsal saydıkları armanın
onure edileceği alternatif çözümlere de açıklar. İngiliz felsefeci, Stephan Mumford
Kasımpaşalılar için “İstanbul’da yaşayıp da üç büyük kulüpten birinin taraftarı
olmamak çok özel bir şey olmalı” demişti. Ne acı ki, karşılarındaki zihniyet,
özellikleri ve güzellikleri fark edebilecek durumda değil...
16 Ekim 2013 Çarşamba, soL Gazetesi