18 Ekim 2013 Cuma

Arma Sevdasına Rağmen...

Belediye desteğinin, Başbakan torpilinin olmadığı, stadın üstünün açık olduğu, beton tribünlerin çatlaklarında otların-çiçeklerin yetiştiği günlerden bahsediyoruz... Yani endüstriyel futbolun Kasımpaşa’ya henüz uğramadığı zamanlardan...  Semtlerinin takımının peşindeki futbol sevdalıları, maç öncesi buluşup şarkılar söyleyerek stadyuma gittikleri yerde, artık maçları televizyondan izliyorlar, ama yine hep beraber... Hayatlarının en büyük tutkusunu bir buçuk yıldır boykot eden “Arma Altı” taraftar grubunu tanıyor musunuz?
Çoğunluğu milliyetçi kökenli insanlardan oluşan kendi deyimleriyle Arma Altı Tayfası... “İnsanlık görevimiz” diyerek Gezi Direnişi’ne destek yürüyüşü yapan, depremin hemen ardından Van’a yardım yollayan, Güney Doğu’da okullara malzeme toplayıp yollayan, Kızılay’a kan bağışında bulunan bir sevdalılar topluluğu...

Ezber bozan bu taraftar grubu bir sabah uyandıklarında, takımlarının Ciner Grubu’na satıldığını öğreniyorlar. Daha nedenini nasılını anlamadan yeni yönetim icraatlarına başlıyor. Kulübün lisanslı güreşçisi Gazanfer Bilge’nin 1948 Londra Olimpiyatları’nda altın madalya (Spor tarihimizin ilk olimpiyat madalyasıdır) kazanmasının ardından bakanlar kurulu kararıyla Kasımpaşa kulübüne logolarında Türk bayrağı kullanımı hakkı veriliyor. Bu hakka sahip sadece üç spor kulübü var.

Kasımpaşa’nın kulüp tarihinden bihaber yeni başkanının “Kasımpaşa’da yapacaklarımızı Beşiktaş’ta yapamazdık. Beşiktaş’ın karışanı çok. Beşiktaş benim için aşk, Kasımpaşa iştir” diyerek ilk icraat olarak armayı değiştirmesi, amatör kümelerde bile takımının peşinden gitmiş, yiyecek bulamayan futbolculara, mahalleliden yemek taşımış cefakar taraftarları derinden yaralıyor. Kasımpaşa’nın gerçek sahipleri olan bu gençler, kimsesiz köyde çobanlık yapmaya çalışanlara engel olamasalar da onların koyunu olmamaya karar veriyorlar.


436 gündür takımına hasret olmanın ne büyük fedakarlık olduğunu, kalbinde sevgiye yer olmayanlar anlayamaz. Avrupa kupası maçı olursa diye sorduğumda, “Dostluğun temelini atanlar olmamıza rağmen Eskişehir maçına, ezeli rakibimiz Karagümrük’le oynanan kupa maçına gitmediysek Avrupa kupasına da gitmeyiz” derken çektikleri hasreti gözlerinden hissettim. Aynı şekilde “Biz tribünde olsaydık Fenerbahçe maçını alırdık” derken de... Aslında arma işin sembolü, asıl karşı oldukları şey, kulübün de ülkemiz gibi “ben yaptım oldu” zihniyetiyle yönetilmesi.

Bir buçuk yıldır verdikleri mücadelenin basına hiç yansımamış olmasından şikayetçiler. Ellerinde sadece onurları ve gururları olan bu insanlar, yine de karşılarındaki güce boyun eğmemekte kararlı. Sonuç alana kadar devam edeceklerini söylüyorlar. Sermaye gruplarının çeşitli nedenlerle futbola bulaşıp,  daha çeşitli çeşitli nedenlerle geri çekildiklerini Karagümrük ve Göztepe örneklerinde gördükleri için, kimin yolcu kimin hancı olduğunu da gayet iyi biliyorlar.


Dertleri yok sayılmak, sadece grup olarak yok sayılmalarından öte, kulübün 92 yıllık tarihinin yok sayılması... İstedikleri bir ufak özür ve armalarının geri getirilmesi. Arma değişimi mümkün olmasa bile kutsal saydıkları armanın onure edileceği alternatif çözümlere de açıklar. İngiliz felsefeci, Stephan Mumford Kasımpaşalılar için “İstanbul’da yaşayıp da üç büyük kulüpten birinin taraftarı olmamak çok özel bir şey olmalı” demişti. Ne acı ki, karşılarındaki zihniyet, özellikleri ve güzellikleri fark edebilecek durumda değil... 

16 Ekim 2013 Çarşamba, soL Gazetesi