20 Haziran 2019 Perşembe

Kimse Bilmez Nasıl Sevdik

Profesyonel liglerde mücadele eden birçok şehir takımının 60’ların ortasında kurulması tesadüf değildir. Dönemin TFF başkanı Orhan Şeref Apak’ın her şehrin güçlü bir takımı olması için ciddi bir mesaisi olmuştur. Apak’ın Eskişehir’in sevilen iş adamı Aziz Bolel’i dostluğunu da kullanarak kulüp başkanlığı yapmaya ikna etmesiyle Akademi Gençlik, İdmanyurdu ve Yıldıztepe kulüpleri birleşerek Eskişehirspor’u oluşturur.

Yetmişlerin başlarını hatırlayan futbol tutkunları için siyah-kırmızı renklerin yeri ayrıdır. Eskişehirspor’un renklerine karar verilirken farklı fikirler vardır. Ortak tek fikir İstanbul takımlarıyla aynı rengi taşımamaktır. Zira Es-Es’in kuruluş amacı haramilerin saltanatına son vermektir. Renk tartışmalarında kulübün ilk yöneticilerinden birinin, kapağında büyük kulüpleri saf dışı bırakarak Fransa Kupası’nı kaldıran Rennes takımının fotoğrafı olan “Paris Match” dergisini göstermesi son noktayı koyar. Es-Es’in renkleri artık Siyah-Kırmızı, amacı kupalar kaldırmaktır. Kurulduğu yıl şampiyon olarak 1. Lig’e yükselen Eskişehirspor o yıl Başbakanlık Kupası’nı da kazanır. 1. Lig’deki ilk iki sezonunda 8. ve 9. olduktan sonra 68-69 sezonundan itibaren Türk Futbol tarihini değiştirmeye başlar. O yıllarda üç kez 2., iki kez 3. ve iki kez de 4. olan Es-Es, belki şampiyon olamaz ama oligarşik takımlara kafa tutarak kimsenin yenilmez olmadığını kanıtlar. Bu sebeple Anadolu Yıldızı lakabı takılan Eskişehirspor sahada Abdullah Gegiç yönetimindeki futbolcu grubuyla, tribünde Amigo Orhan yönetimindeki taraftarlarıyla Türkiye’deki mevcut anlayışın çok ilerisindedir.

1969 -70 sezonunda şampiyonluğu kıl payı Galatasaray’a kaptıran Eskişehirspor aynı yıl kupa finalinde Göztepe’nin karşısına çıkar. Statü gereği iki maç üzerinden oynanan finalin ilk maçında rakibini 2-1 yenmeyi başarır. Rövanşta 10 kişi kalan rakibine bireysel hatalar sonucu 3-1 yenilerek kulpundan tuttuğu kupayı İzmir’de bırakır.

Bir yıl sonra şampiyonluğu Fenerbahçe’ye kaptıran Es-Es kupayı almaya kararlıdır. Çeyrek finalde Galatasaray’ı yarı finalde de Fenerbahçe’yi eleyen Kırmızı Şimşekler, finalin ilk ayağında Bursaspor’a 1-0 yenilirken 20 Haziran 1971’de Eskişehir’deki rövanş maçını 2-0 kazanarak kupayı Porsuk kenarına getirir.

70’lerin ikinci yarısında takımda düşüş baş gösterir. O düşüş 1982 yılında 2. Lig’e kadar geriletir Siyah-Kırmızılıları. İlk senesinde şampiyonluğu renkdaşı Gençlerbirliği’ne kıl payı kaptıran Es-Es, 1. Lig’e geri dönmek için bir sezon daha bekler. Ama efsane takım artık ortalarda yoktur. Anadolu Yıldızı’nın açtığı yoldan Trabzonspor ilerlemiş, üst üste şampiyonluklar kazanmıştır.

1986–1987 sezonuna önemli transferler yaparak başlayan Kırmızı Şimşekler ligde beklentinin gerisinde kalsalar da kupada PTT, Orduspor ve Galatasaray’ı eleyerek 3. kez finalist olmayı başarır. Finaldeki rakip iki sene önce 2.Lig’de şampiyonluğu kaptırdığı Gençlerbirliği’dir. Ankara’daki maçın ilk yarısını 9 kişi tamamlayan Es-Es, 5-0 gibi ağır bir yenilginin ardından evindeki rövanşı 2-1 kazansa da kupanın Başkent’e gitmesine engel olamaz. Yaklaşık iki ay sonra normal süresi 2-2 biten maçın ardından penaltı atışlarıyla Beşiktaş’ı yenerek kazandığı Başbakanlık Kupası teselli ikramiyesi olacaktır. Sonraki sezonda kurulan güçlü takım dağılır ve lige zor tutunan Es-Es, 1989 yılında 2. Lige, 1992 yılında da 3. Lig’e geriler. 1989’daki kupa finali Eskişehirliler için kara bir gündür. O yıl Türkiye Kupası’nın sahibi Eskişehir olsaydı Avrupa Kupalarına katılacağı için kurulan güçlü takım dağılmayacaktı. 1. Lig’de oynamaya devam edecek, birkaç yıl sonra açılacak özel kanallar sayesinde maddi sıkıntılar da nispeten ortadan kalkacaktı.

3. Lig’e düşmek şehirde doping etkisi yapar. 30.000 seyirci önünde gece maçları oynayan Es-Es hedefinin Avrupa olduğunu açıklar. Anadolu’nun Yıldızı bu defa 3. Lig’den başladığı yükseliş sonucu 1994-1995 sezonunda Konya Atatürk Stadı’nda play-off şampiyonu olarak 1. Lig’e döner. Şampiyonlukta aslan payı deplasman rekorları kıran taraftarındır. Ancak takip eden sezon tekrar 2. Lige düşmesine taraftar da engel olamaz. Yapılan onlarca gereksiz transfer birilerini zengin ederken kulübün de kasasını boşaltmıştır. O sezon Eskişehirspor 1. ligde tutunabilse, takip eden sezon Anadolu kulüplerini ekonomik manada rahatlatan havuz sistemi devreye girecek, Eskişehirspor endüstriyel futbol trenini kaçırmamış olacaktı.

O sene kulübü yönetenlerin beceriksiz değil art niyetli olduğunu ergen aklımla anlamıştım. Ardından bireysel bir eyleme başladım. Eskişehirspor’un yanlış yönetilmesine tepkimi göstermek için Eskişehir Atatürk Stadı’na gitmeyi bıraktım. Zamanımın el verdiği tüm deplasmanlarda tribünde yerimi alsam da Eskişehir’deki maçlara gitmiyordum.

2008’de Eskişehirspor’un yeniden 1. Lig’e (SüperLig) yükseldiği play-off maçlarında İnönü Stadı’na beni ilk maçıma götüren babamla beraber gittik. Son 20 yılda kayda değer başarısı olmayan ve sadece 1 sezon SüperLig’de oynamış takımı desteklemek için stadyumu dolduran taraftarların büyük bölümünü lise -üniversite yaşlarındaki gençlerin oluşturması babamı şaşırtmıştı. Eskişehirsporlu olmayan babama takım tutmanın başarıyla ilgili olmadığını anlatmayı denediysem de başarılı olamadım. Ama Eskişehirspor’un ne kadar sağlam temeller üzerine kurulu olduğunu anlatmama gerek kalmadı, kendi gözleriyle gördü...

SüperLig’e geri dönen Eskişehirspor’un her sezon üstüne koyarak ilerlemesi Kırmızı Şimşekleri birkaç yıl içinde başaltı takımı haline getiriyordu.

2011 - 2012 sezonunda Bursaspor’a, 2012-2013 sezonunda ise Fenerbahçe’ye yarı finalde elenen Eskişehir, 2013-2014 sezonunda tarihinin dördüncü kez finale kalıyordu. Konya’daki final maçında Sneijder’in mucize golüyle Konya’ya akın eden taraftarların kupa hayali buhar olup kayboluyordu...

2011 - 2012 yılında Eskişehirspor UEFA Kupası’na katılmaya hak kazanması benim için de bir dönüm noktası oldu. Zira Eskişehirspor’un en son Avrupa Kupası maçına çıktığında ben henüz hayatta değildim. Kurada kim çıkarsa çıksın, maç nerede olursa olsun o ilk tarihi maça gitmek zorundaydım. Kura çekimlerini canlı izledim. Rakip İskoçya’nın St. Johnstone takımı oldu. İlk maçın Eskişehir Atatürk Stadı’nda oynanacak olması 16 yıllık boykotumun sona ermesi manasına geliyordu. O dönem tren olmadığı için Eskişehir’e otobüsle gitmeye karar verdim. Yan koltuğumda oturan iki İskoç taraftarla yol boyunca sohbet ettik. Onlara Eskişehir’i ve Eskişehirspor’u anlattım. Ancak 37 yıldır Avrupa hayali kuran şehrin bayram havasına girdiğini ben de tahmin edememiştim. Yolda tanıştığım İskoçlara şehri gezdirirken Eskişehirspor ve St. Johnstone taraftarlarının bu bayramı birlikte kutladığına tanıklık ediyorduk. “Cehenneme Hoş Geldiniz” şeklinde karşılanmayı bekleyen İskoçlar şaşkındı. Onlara Eskişehir’in farkını anlattım gururla. Ayrıca kimi takımlar için bu şehrin cehenneme dönüşebileceğini de...

O maç ile atılan dostluk tohumları gittikçe yeşerdi. St. Johnstone ile Eskişehirspor iki kardeş takım haline geldi. Öyle ki bir dönem St. Johnstone’ın deplasman forması siyah kırmızı, Eskişehirspor ise mavi beyaz idi. Ve İskoç takımın adı artık “sen cansın” olmuştu...

Bugün 19 Haziran 2019, yani Eskişehirspor’un 54. kuruluş yıldönümü... 3 sezondur 1. Lig’de mücadele eden Es-Es, geçtiğimiz sezonun ilk yarısını transfer yasağı sebebiyle U21 takımıyla oynamak zorunda kaldı. Bu duruma düşen ilk takım değildi Es-Es, ama bu durumdayken direnç gösterebilen ilk takım oldu. Nice köklü kulübün benzer süreçleri yönetemediği için alt liglerin diplerine düşüşünü hep beraber üzülerek izledik. Memleketin çarpık futbol ikliminde düştüğü sezon SüperLig’e çıkamayan kulübün yaşama şansı da kalmıyor. Ancak sağlam temeller üzerine kurulmuş Eskişehirspor, MacGyver misali düştüğü her zor durumdan bir çıkış yolu buluyor. Üç sezondur yaratılan mucizelerin, yazılan hikâyelerin haddi hesabı yok...

Eskişehirspor 54. yaşına yeni bir yönetimle giriyor. Eskişehirspor sevgisiyle yola çıkan, gizli ajandası olmayan insanlardan oluşan, aralarında tribünlerin aşina olduğu simalar da bulunan bu yönetim kurulu, kulübü yıllardır babasının çiftliği gibi yönetenleri şimdiden rahatsız etmiş durumda. Şu aralar yönetim kurulu içinde kulübün durumunu çok güzel özetleyen bir laf var; “Zor günler geride kaldı, şimdi sırada daha zor günler var”. Eskişehirspor’un kuruluşunun 54. senesininde göreve gelen bu yönetim kurulu başarılı olursa Eskişehirspor memlekette bir ilke daha imza atacak. Art niyetini takım elbisesinin altına saklayan yöneticilerin devrinin sona ermesi dileğiyle, nice 54 yıllara...

29 Kasım 2017 Çarşamba

Bir Eskişehir Masalı...


Eskişehirspor’un sahipsiz kalması, kulübün kapanma tehlikesiyle karşı karşıya olması, borçları, muhtemel puan silme cezaları zaman zaman ulusal ve sosyal medyada yer aldığı için futbolla iyi kötü ilişkisi olan herkes Es-Es’in zor günler geçirdiğinden haberdardır. Kamuoyunun bihaber olduğu ise Eskişehirspor taraftarı ile futbolcularının el ele yazmakta olduğu peri masalı… Anadolu’nun tam ortasında endüstriyel futbolun ezberlerini bozacak şeyler oluyor. Her futbolseverin gidip yerinde görmesi gereken, anlata anlata tüm dünyaya duyurulması gereken şeyler...

Eskişehir’de neler olduğunu anlatmaya Antalya’daki play off finalinden başlamak gerek. Tüm Eskişehir, maçı kazanamama durumunda kötü günlerin geleceğini biliyordu. Zira memleket futbolunun kurgusundaki çarpıklıklar sebebiyle SüperLig’den 1. Lig’e düştüğü sene yükselemeyen nice kulüp, saplandığı borç batağından çıkamayıp amatör kümeye kadar gerilemişti. Eskişehir’in batağa sürüklenme süreci de final maçını penaltı atışları sonunda kaybedince başladı. Önce Halil Ünal istifa etti. Yaz başı yapılan olağanüstü genel kurulda aday çıkmadı. Kadrodaki tüm oyuncular alacaklarına karşı tek taraflı fesih hakkı elde etmişti. Bir kısmı bu haktan yararlanıp başka takımlarla sözleşme imzaladı. Süreci beklemeyi tercih edenler Erkan Zengin önderliğinde tesislerde buluşup sezon öncesi hazırlıklara başladı. Bir taraftan takım yöneticisiz ve teknik direktörsüz kendi kendine idman yaparken diğer taraftan da kongre süreci devam ediyordu. Halil Ünal ve Mesut Hoşcan yönetimlerinin yarattığı güvensizlik sebebiyle hiçbir kurumun Eskişehirspor’a maddi kaynak yaratmaya istekli olmadığı aşikârken ortaya Eskişehir Basket’in başkanı Sinan Özeçoğlu çıktı. Özeçoğlu ismi ve oluşturduğu liste şehirde heyecan yaratmıştı. Artık güven veren bir yönetim vardı ve ilk yapılması gereken şey transfer yasağı gelmeden acil olan dosyaları kapatmaktı. Ancak yeni yönetim göreve başladığında, Halil Ünal yönetiminin transfer yasağı cezasının kesinleştiğini kamuoyundan sakladığı ortaya çıktı. Eskişehirspor bir tek oyuncu bile transfer edemeyecekti. İşte peri masalı da bundan sonra yazılmaya başlandı.

Bir sezon önce Eskişehir forması giyen ve SüperLig’den ve TFF 1. Lig’den değişik takımlarla sözleşme imzalayan oyuncular teker teker Eskişehir’e dönmeye başladı. Sözleşmesini feshedip Eskişehir’e dönen her oyuncu taraftarı sevindirirken, omuzlarındaki sorumluluğu da arttırıyordu. Eskişehirliler artık bir futbolcu gereksiz bir hata yaparak takımının gol yemesine sebep olduğunda da, bomboş kaleye topu yuvarlamayı beceremediğinde de onu alkışlaması gerektiğini biliyordu. Neticede tüm sezon para almadan oynayan futbolcular, ekonomik sıkıntılar atlatılmadığı halde ihtiyaç hasıl olduğu için diğer sözleşmelerini ellerinin tersiyle itip Eskişehir’e geri dönmüşlerdi.

Takım tamamlandığında önceki sezon play off finali oynayan kadronun ilk onbirinden sadece 4 fire verilmişti. Kiralık olarak forma giyen Tarık Çamdal ve Hakan Cinemre valizleri hazır beklemelerine rağmen mevzuat müsaade etmediği için, Ruud Boffin ve Kamil Ahmet Çörekçi ise yeni kulüpleri izin vermediği için geri dönemediler.

Doğru düzgün hazırlık kampı yapamayan takım doğal olarak sezona da kötü başladı. Amigo Orhan’dan başlayıp Bando Es Es’e kadar birçok ilke imza atmış, tribün kültürü kavramının öncüsü Eskişehir halkı, bu sefer de kötü gün taraftarlığı dersine soyunmuştu. Maçların sonucu ne olursa olsun fedakârlık yapan oyuncu topluluğuna hiç tepki göstermediler. Hangi taraftar kendi evinde fark yiyen takımı tribüne çağırıp alkışlar ki? Kaos ve gerginlikten beslenenlerin ülkesinde Eskişehir taraftarları “mutlu tribün” yaratmayı başarmıştı. Zira artık forma ve şehir aşkına oynayan oyuncuları, dürüst ve şeffaf bir başkanları vardı. 3 puanı silinen, yaklaşık 30 milyon TL kaynak bulunamazsa 24 puanı daha silinecek olan takımın taraftarları adeta tüm dünyaya ders veriyordu. Üstelik yeni yönetim hesapları denetledikçe 100 milyon olduğu söylenen toplam borcun 200 milyonu geçtiği ortaya çıkmış ve Sinan Özeçoğlu’na kaynak yaratmak konusunda söz veren siyasetçi ve iş adamları ortadan kaybolmuştu. Ama bu gelişmeler bile Eskişehirsporluların mutluluğuna engel değildi. Tekrar yükselmek için bazen en dibe vurmak gerektiğini bilen taraftarlar kulübün başında Özeçoğlu gibi özü sözü bir, güvenilir ve vizyon sahibi bir başkan olduğu sürece amatör kümeye düşmeye bile razıydılar.

Ancak en kötüye bile razı olan Eskişehirlilerin çilesi bitmemişti. Sinan Özeçoğlu ve yönetim kurulu yalnız bırakıldıkları ve kendilerine verilen sözler tutulmadığı için olağanüstü genel kurul kararı aldılar. Genel kurulun ilkinde ne aday çıktı ne de Özeçoğlu geri adım attı. Eğer ertelenen kongrede yine aday çıkmazsa Eskişehirspor’u karanlık günler bekliyor. 29 Kasım Çarşamba günü gerçekleşecek olan genel kurulda eğer kulübe bir yönetim kurulu seçilemezse Dernekler Kanunu’na göre kulübe kayyum atanarak tasfiye süreci başlayacak.
İşte tüm bunlar yaşanırken Eskişehirspor bu pazar evinde Çaykur Rizespor’u konuk etti. Belki de 52 yıllık Eskişehirspor’un evinde oynadığı son müsabaka bu olacaktı. Maçtan iki gün önce idmana çıkmayarak Eskişehirspor’un durumuna dikkat çekmek isteyen oyuncular, başlama vuruşundan sonra bir dakika süreyle oyunu bırakıp tribünleri alkışladılar. Eskişehir tribünleri ise karşılık olarak takım kaptanı Erkan Zengin’in sosyal medyadan birkaç gün önce sözlerini paylaştığı şarkıyı söylüyordu; “devlerin aşkı büyük olur, ya kıyametler kopacak ya da dünya batacak, senden öyle ayrılacağız”. Eskişehir tribünleri maçın atmosferini bozmamaya özen göstererek yeri geldikçe kâh yeni besteleri olan “Yıktılar hayallerimizi, çaldılar geleceğimizi, her şey üst üste gelirken, var mı bizim gibi seven” tezahüratını söyleyerek kâh “EsEs’i satanı biz de satarız” ya da “Söz verip tutmayan şerefsizler utansın” diye bağırarak içinde bulundukları zor günlere tepkisini gösterdi. Ancak asıl duygusal anlar maç sona erdikten sonra yaşandı. Kazanmayı çok isteyen Eskişehirli oyuncular 88’de skoru eşitlemeyi başarmış ancak üç puanı getirecek golü atmaya muvaffak olamamıştı. Büyük bölümü bitiş düdüğü çalınca kendini yere bıraktı. Taraftarlar stadyumu terk etmeyip oyuncuları ısrarla tribüne çağırınca yerdeki oyuncular da ayağa kalkıp tribünleri selamlamaya gittiler. Taraftarlar “Paranız ödenir, hakkınız asla” ardından da “bizi bırakmayın beraber düşelim” diye tempo tutarken gözyaşlarına hakim olamayan futbolcular da vardı. Oradaki bir damla gözyaşında bile dünyanın bütün güzellikleri saklıydı, görebilene…

Çarşamba günü kongreden ne sonuç çıkar bilinmez ancak bir gerçek var ki Eskişehirsporlu taraftarlar ve oyuncular sadece kazanma endeksli bir futbol ikliminde dünyada eşine rastlanmayacak bir hikâye yazıyorlar. Kazanmak için her yolun mubah sayıldığı, suçlunun hep başkaları olduğu, başarı olmayınca tribünlerin de boş kaldığı bir futbol ülkesinde, kayıtsız şartsız armanın ve formanın peşinden koşanların hikâyesini... İnsanı insan yapan şeylerin iyilik ve güzellikte saklı olduğunun hikâyesini…

12 Mart 2017 Pazar

Portakalı soydum başucuma koydum ben bir yalan uydurdum

Nereden baksam çok saçma geliyor

Öncelikle yasalarımıza göre yurt dışında seçim propogandası yapmak yasak. Üstelik bu yasayı AKP çıkartmış. İşin bu kısmını zaten hiç tartışmıyoruz zira hepimiz iktidarın hukuksuzluklarını kanıksamış durumdayız.

İkinci konu Almanya ve Hollanda gibi ülkeler referandum sürecinde seçim propogandası yapılmasına izin vermeyeceklerini haftalar önce söylediler. Toplu açılış, muhtar toplantısı gibi uydurulmuş kılıfları elin adamı yemiyor tabi...

Ha bu Avrupalılar da sudan çıkmış ak kaşık değil. Sustular sustular bu zamanı buldular aba altından sopa göstermek için. Etkisi var mıdır siz karar verin ama hem Hollanda'da hem de Almanya'da seçimler yaklaşıyor. Böyle söylemlerle onlar da muhafazakar oylara göz kırpıyor olabilirler.
Peki tüm bu zıtlaşmaların üstüne, dış işleri bakanının uçuş izni iptal edilmişken, kabinedeki tek kadın bakanı neler olacağını bile bile Hollanda'ya yollamak?? Çekiciyle sınır dışı edilmeyi hiç bir pipili bakan gururuna yedirememiş olmalı. E haklılar, nereden bakarsanız bakın Fatma Betül Sayan Kaya hanımefendinin karizması zedelendi. Bizim topraklarda erkekliğin onda dokuzu kaçmaktır. Hiç bir erkek kaybedeceğini bildiği kavgaya girmez. Bakanlar kurulumuz da kaybedeni belli bu kavgaya arasındaki tek kadını bilerek göndermiş olabilir. Yıllar sonra aralarından biri çıkıp da "evet, bilerek yaptık, hem başörtülü kadın mağduriyeti yaratıp hem de kendi karizmalarımızı korumuş olduk" dese şaşırmam doğrusu. AKP iktidarının kadına bakış açısını zaten çeşitli örneklerden biliyoruz.

Sonra yandaş medyanın polis şiddeti konusundaki haberlerine ne yalan söyleyeyim gülmeden geçemiyorum. Durumu protesto eden Türk göstericilerin üzerine at sürmek, copla ve köpekle saldırmak diye verilen haberlerin videolarına baktıkça gülüyorum. Kendisine çiçek atan göstericileri coplamış bir polis teşkilatına sahipken adamcağızın copunun ucuyla "şşş birader şu tarafa geç bakiim" diye bir adamı dürtmesi polis vahşeti olarak göstermeleri komik geliyor. Bunu Berkin Elvan'ın ölüm yıldönümünde yaptıkları aklıma gelince komiklik falan kalmıyor tabi. Senin çocukların bu memlekette polisler tarafından kah gaz fişekiyle kah kurşunla kah dövülerek öldürülürken sesini çıkarma, sonra Hollanda polisine "tüüü kaka"... önce iğneyi kendine batıracaksın kardeş, biz öyle öğrendik, öyle yetiştirildik.

Bir video izledim Hollanda polisi göstericileri su sıkarak dağıtırken "sık bakalım sık bakalım" diye şarkı söyleyen birinin sesi geliyor arkadan. Millet millet diye diye milletçe balataları yaktık.

Bir de başbakanımız açıklamalarına takıldım. "Maksat hasıl oldu şimdilik evlerinize dönün" dedi sayın Yıldırım. Maksat neydi ki? Nasıl hasıl oldu diye sorası geliyor insanın. Sonra da tabi ben de insanım. "ulen şimdi bu krizin anketlere yansımasına bakıp, durumu değerlendirecekler işe yaramışsa sonra her ihtiyaç halinde yarayı kaşıyıp kaşıyıp kanatacaklar" diye düşünmüyorum desem yalan olur. Aslında Hollanda hükümeti de aynı taktikle oynuyor gibi geliyor ama elin gavurundan bana ne! En fazla gitmeyi veririm Hollanda'ya olur biter, memleketim yaşanamaz hale gelmesin yeter ki.

Neticede bizim hükümet kendimi bildim bileli mağdur. Hem muktedir hem de mağdur olmak da sadece bu topraklara özgü olsa gerek. AKP 14 yıllık iktidarı boyunca her muhalif ses frekansını teker teker bulup ortadan kaldırdığı için memlekette karşılarına dikilecek, dolayısıyla da mağduriyet yaratacak kimse kalmadı. Bu süreç mağduriyet ithalatıymış gibi geliyor bana. Sandığa yansır mı? Bence bu sefer zor...

6 Ocak 2017 Cuma

Bir Futbol Emekçisi "Şehmus Özer"

Hüsnü Arkan, Şehmus Özer’in Altay forması giyerken Türkiye Kupası karşılaşmasında Galatasaray’a attığı şık golü “Her topçunun böyle golü yoktur” diyerek sosyal medyada paylaştığını görünce Amed Sportif kaptanı olduğundan ırkçı bir saldırıya uğradığını düşündüm. Zira Hüsnü Ağabey her zaman ezilenin yanındadır. Ölüm aklımın ucuna bile gelmemişti. Futbol oynamak için artık yaşlanmıştı Şehmus ama ölmek için daha çok gençti...

 https://mobile.twitter.com/husnuarkan/status/811334671321726980

36 yaşında yakaladı onu ölüm. Malatya’ya, 18 yıllık profesyonel futbol yaşantısında tek SüperLig deneyimi yaşadığı şehre arkadaşının düğününe gitmişti Şehmus. Her virajını ezbere bildiği yollardan geri dönerken nasıl olduysa aracının kontrolünü kaybedip şarampole yuvarlanmıştı. Yol tenhaydı, ne kazayı gören, ne de sesini duyan olmuştu. Şehmus’un kaybolduğu anlaşılıp nerede olduğunun tespit edilmesi 24 saatten fazla sürmüştü. Kaza yapan aracı ve Şehmus’u bulduklarında artık çok geçti. En az ölümü kadar acı olan şey de Şehmus’un kaza anında değil kaza sonrasında donarak öldüğünü öğrenmekti.

Eskişehirsporlu olmaktan kelli taraftarlık mesaimin uzun bir bölümünü alt liglerde harcadım. Her ne kadar bize şansı pek tutmasa da Şehmus’la sıkça yolumuz kesişti. Yine Eskişehirsporluluktan ötürü zamansız ölümlerin acısını da iyi bilirim. Sinan Alaağaç’ı kaybetmemizin üstünden epey zaman geçti ama Ediz Bahtiyaroğlu’nu erken kaybetmenin yarası hâlâ taze. Bir de Denizlisporlu Doğan Seyfi var. Şehmus gibi o da 1980 doğumluydu, Şehmus gibi o da son golünü ölümünden 1 hafta önce Türkiye Kupası maçında Fenerbahçe’ye atmıştı, Şehmus gibi o da soğuk bir aralık günü trafik kazası sonucu aramızdan ayrılmıştı. Üstelik henüz 21 yaşındaydı...

12 Eylül darbesinden üç ay önce Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde dünyaya gelmişti Şehmus. Çocukluğu 80’lerde geçen herkes gibi Maradona hayranıydı ve plastik topun peşinde Maradonacılık oynayarak başlayan futbol aşkı onu Erganispor alt yapısına kadar götürdü. Altyapıda çalışkanlığı ve yetenekleriyle sivrilince 18 yaşında profesyonel sözleşme imzalanıp A takıma alındı. 29 Ağustos 1998 tarihinde Yüksekova Belediyespor maçıyla başladığı kariyeri boyunca Erganispor, Yeni Malatyaspor, Malatyaspor, Kayserispor, Gümüşhanespor, Mardinspor, Mersin İdman Yurdu, Akhisar Belediyespor, Şanlıurfaspor, Karşıyaka, Altay ve Amedspor takımlarında forma giydi, 475 maça çıkıp 141 gol kaydetti.

Şehmus alt liglerin aranan gölcüsüydü. Oynadığı takımlarla 4 kere SüperLig’e yükselme başarısı gösterse de en üst ligde sadece 2001 – 2002 sezonunda bir kaç maç oynama şansı bulmuş ve aynı sezon Kayseri’ye kiralanmıştı. Mersin İdman Yurdu’nu SüperLig’e çıkaran kadronun önemli bir oyuncusu olmasına rağmen yenilen kadroda yer bulamayınca Akhisar’a geçen ve Akigoların da şampiyon olmasında büyük katkısı olan Şehmus’un Altay ile de playofflarda SüperLig şansını son maçta kaybetmişliği var. Çalışkanlığı, dürüstlüğü ve cömertliğiyle tanınan Şehmus 2013-14 sezonundaki ikinci Altay macerasının ardından yaşlanan babasına yakın olmak için, birçok cazip teklifi reddederek futbolculuğunun son yıllarını memleketi Diyarbakır’da geçirmeye karar vermişti. Çünkü ailesine ve köyüne düşkündü...

Şehmus’un kim olduğuna, nasıl yaşadığına ve nasıl öldüğüne bakmaksızın etnik kimliğine ve son oynadığı takıma göre sosyal medya üzerinden nefret kusma yarışına kalkışanlar oldu. Malum, memlekette Kürtler’in acıları üzerinden türlü rezillikler yapmak moda haline geldi. 12 Eylül öncesinde gözlerini dahi kırpmadan birbirini öldürenlerin bile karşı tarafın cenazesine saygısı varken, bugün her türlü haksızlığa rağmen çıkıp topunu oynamak dışında hiçbir şey yapmamış bir adamın zamansız ölüm haberini kahkahalar ve küfürlerle karşılamak nasıl bir hastalıklı ruh halidir? Sosyal medyada yazılıp çizilenler kanımı donduruyor. Şehmus, bir Kürt köyünde doğduğu ve kariyerinin son yıllarını köyüne yakın geçirmek istediği için her fırsatta dinden ve ahlaktan söz eden bir güruh, ölüsünün üzerine en ağza alınmayacak küfürleri sıralayabiliyor. Salyalarını klavyeye akıta akıta nefretini kusan bu faşist ve ırkçı zihniyete herhangi adli işlem yapılmayan ancak stadyumlara meşale sokanlara 6 ay ceza veren bir sporda şiddet yasasına sahibiz. Irkçılık yapmanın serbest olduğu bir memlekette sporda şiddet önlenebilir mi?İnsanoğlunun kâinatın başarısızlık hikâyesi olduğuna inanıp güzelliklerin peşini bırakacakken kaptanın son röportajı geliyor aklıma. “Biz onlara hep iyi davranacağız. Buraya gelen takımlara saha ayarlayacağız. Buraya gelen takımlara çiçek vereceğiz. Hiçbir şekilde onlara kötü davranmayacağız. Biz de gittiğimiz her yerde onlar kötü davransın. Biz yine kötü olalım, onlar iyi olsun. Ne yapalım!”
Nurlar içinde yat büyük kaptan...

4 Mayıs 2016 Çarşamba

Futbolunuz Batsın!

Bazı anlar oluyor, günlük yaşantımı kaplayan her şey anlamını yitiriyor. Pazar akşamı hayatımın en güzel yıllarına ev sahipliği yapan Ankara’dan gelen haberle işlerimin yoğunluğu, bu yoğunluk içine itinayla serpiştirdiğim maç izleme seanslarım, yazmaya başladığımda bana yol gösterecek notlarım anlamını yitirdi. Memleketin başkentinde 5 ay içinde patlayan 3. bomba...

Bu hafta “süper” ligimizde neler olduğunu merak edenler için sağ tarafta puan cetveli, haftanın sonuçları ve gelecek haftanın programı mevcut. Bu hafta panorama yazısı yazmak içimden gelmiyor. Anlayışınıza sığınıyorum.

Zeynep Başak Gülsoy ve Nüsrettin Can Çalkınsın
Zira Gazi Üniversitesi hukuk öğrencisi Can ve aynı bölümde okuyan kız arkadaşı Başak, artık Can’ın Trabzonspor tutkusu üzerine tartışamayacaklarsa Trabzon’un Mersin İdman Yurdu’nu yenmesinin de yenilerek ligin dibine yanaşmasının da önemi kalmıyor.

Oğlunu izlemek için Ankara 19 Mayıs Stadyumu’na giden Kemal Bulut’un Kızılay’da onu evine götürecek otobüsü beklerken hayatından olduğu bir coğrafyada, Gençlerbirliği - Galatasaray maçının sonucu kimin umurunda olabilir? Kariyerinin en kötü sezonunu geçiren Umut’u da onu takımının tek forveti haline getirenleri de artık eleştiremem ki! İçimden sadece Umut’a sarılmak geliyor. Yıllardır tanıyormuşçasına sımsıkı sarılıp acısının birazını almak...

Üzerine saatlerce konuşulabilecek Eskişehir - Akhisar karşılaşması artık sadece ODTÜ öğrencisi Berkay’ın izlediği son maç olması münasebetiyle önem arz ediyor. Sevinç, stres, öfke, hüzün, umut, umutsuzluk... Yaşama dair birçok hissi kısa ömrünün son maçını izlerken yaşadı o. Boynu bükük evine dönerken yakaladı onu ölüm. Çünkü Ankara’da herkes evine Kızılay üzerinden döner...

Fenerbahçe - Kayseri maçına dair aklımda kalan sadece Pereira’nın “Umarım bu olaylar artık bir son bulur. Barış ve huzur gelir. O zaman biz tekrar futbol konuşabiliriz,” şeklindeki maç sonu açıklaması. Zaten ne Fener’in şampiyonluğunun ne de Kayseri’nin kümede kalmasının bir hükmü kaldı...

Rize’ye giderken aynı uçağa denk geldiğimiz ve tezahüratlarıyla beni uyutmayan Beşiktaşlı taraftarlara çıkıştığım için de pişmanım. Ya içlerinden birinin son deplasmanıysa ve benim yüzümden eksik yaşamışsa...

Bugün Konya ismini duyunca Gaziantepspor’u da yenerek 3.lük yolunda rakiplerine fark atan Aykut Kocaman’ın olgun takımı gelmiyor aklıma. 5 ay önce oynanan Türkiye - İzlanda maçında kefenlerinde barış yazan insanların anısına yapılan saygı duruşunu yuhalayan zihniyet geliyor. Ölenlere üzülmek için önce öldürenin ve ölenin kimliğine bakan zihniyet...

Haftanın en keyifli karşılaşmasının tarafları Başakşehir ve Osmanlı bana futbol çağrıştırmıyor artık. AKP ürünü olan bu iki takım sadece başımıza bu işleri açan iktidarın hırsını, açgözlülüğünü ve yüzsüzlüğünü hatırlatıyor.

Okul bahçesinde top oynayan çocukları görünce durup izleyen, izlerken de gerçek dünyadan koparak toplantılarına geciken bir futbol aşığıyım. Sivasspor - Kasımpaşa ve Antalyaspor - Bursaspor maçlarını izlemek için boşalttığım pazartesi gecesini, yasaklanmış sosyal medya mecralarından ve yabancı televizyon kanallarından ülkemin kalbinde patlayan bombanın sırrının peşinde geçirdim. Memleket ortadan ikiye yarılmışken ve o yarıktan ölümler fışkırırken ne haftalardır sessiz olan Eto’o’nun attığı goller ne de Sivas’ın lige tutunma çabası beni cezbedebildi...

Futbolunuz batsın!” demek istiyorum; ama biliyorum ki, Kürt halkına devlet marifetiyle aylardır uygulanan sistematik şiddeti terörle mücadele diyerek sindirebilen sözde vatanseverlerle, şeref ve namus için cinayet işlemeye hazır olup AKP iktidarının yolsuzluklarına, hukuksuzluklarına ses etmeyen insan sürüleriyle, sırf alnı secdeye değiyor diye ehliyetsiz iş bilmezlere yetki verenlerle ve onları savunanlarla, devletin tüm istihbarat kapasitesinin bir kişinin iktidar hırsına zimmetlenmesinin yarattığı güvenlik zafiyetini görüp ses çıkarmayanlarla birlikte her şeyi unutup gelecek hafta derbi konuşuyor; sezon sonunda şampiyonluk kutluyor, Euro 2016’yı sabırsızlıkla bekliyor olacağız. Bizler birilerinin kirli politikalarının kurbanı olmaya devam ederken şampiyon Fenerbahçe ya da Beşiktaş değil kötülük olacak. Eskişehir ya da Kayseri değil insanlığımız küme düşecek…

16.03.2016 BirGün Gazetesi